Azadi Örgütü ve 1924 Beytüşşebap İsyanı – I

Beko

Beko’nun hazırlığını yaptığı bu çalışmada Kürdistan tarihinin önemli eşiklerinden biri olan Beytüşşebap İsyanı ve Azadi Örgütü inceleniyor. Döneme ilişkin detaylara geçmeden isyana giden süreçteki birtakım gelişmelerinin de parçası olduğu bu çalışmayı iki bölüm halinde yayınlıyoruz.

Bu bölümde isyana öngelen süreci siyasi ve toplumsal olarak; aynı zamanda siyasi özneler açısından bir değerlendirmesi ve aktarımı var.

Giriş

3 Eylül 1924 ü 4 Eylüle bağlayan gece Hakkari’nin Beytüşşebap ilçesinde Nesturilerin çıkardıkları karışıklıkları önlemek ve bastırmak için Şırnak’tan Beytüşşebap’a sevk edilen 18. Piyade Alayının yarısını oluşturan askerler (4 subayla beraber 350 asker, 10 otomatik ve 380 tüfeğin yanında 800 kilo buğday alarak), Yüzbaşı İhsan Nuri önderliğinde isyan ettiler.

Bu isyan Azadi’nin örgütlediği ve çalışmasını yürüttüğü 1925 ulusal hareketin güney cephesinin ilk vuruşu aynı zamanda 1925 ayaklanmasının (Şeyh Sait ayaklanmasının) gelişmesini ve niteliğini birinci derecede etkileyen önemli bir harekettir.

Bu isyan bütün kürt ayaklanmalarında, başkaldırılarında, isyanlarında olduğu gibi inanmışlığın, kahramanlığın, fedakarlığın, insani değer ve erdemlere bağlılığın ve aynı zamanda ihanetin ve uluslararası ilşkilerideki menfaatlerin pratikteki izdüşümüdür.Bu yönleri ile de ilginç, dikkat çekici incelenmeye değer bir olgudur.

Henüz aydınlanmamış birçok yönüyle üzerinde çalışılmaya, incelenmeye, konuşulmaya ve tartışmayı gerektiren kuzey Kürdistanın sınırlarını aşmış Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin önemli kesitlerinden biridir.

İsyanın Başlama Süreci

1924’teki Ulusalcı Ayrışmanın Başlangıcı

1919-1923’te sürdürüldüğü iddia edilen “milli mücadele” yıllarında Kürtlerin çoğunluk itibariyle Kemalistlerle birlikte hareket ettiklerini görmekteyiz.

Geçmiş tarihi sürece baktığımız zaman Kürtlerin bağımsız veya otonom bir devlet kurma çabaları 1880 Şeyh Ubeydullah döneminden başlayıp, 1908 de Meşrutiyet ilanı ile Kürtler arasında ulusalcı faaliyetlerin yoğunlaşmasını kopuş için başlangıç dönemleri olarak düşünülebilinir. Modern anlamda ilk Kürt örgütleri bu dönemde kurulduğu gibi, örgütler içinde şekillenen kadrolar, ideolojik, siyasi, kültürel ve örgütsel birikimleriyle dönemlerinde olumlu gelişmelere neden oldular. Mondros mütarekesini takip eden dönemde Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) nin faaliyet ve birikimleri o dönemdeki isyanlar üzerinde büyük etkisinin olduğu söylenebilinir.

Bu çerçevede Kürtlerin mevcut iktidarlardan (Önce Osmanlılardan, sonra Kemalistlerden)kopuşmalarını belirleyen farklı başlangıç noktaları belirtmek mümkündür.

Beytüşşebapla başlayan isyanın kopuşunu hazırlayan faktörlere baktığımızda;
1.Mondros mütarekesi dönemindeki Wilson Prensiplerinin umutlandırmasıyla Kürt egemen sınıfları arasında ulusalcılığın güç kazanması.
2.1924 yılında Kemalistlerce yürürlüğe konulan Anayasa ve diğer bazı reformların Kürtler arasında hoşnutsuzluk ve kopmalara yol açması.
Batılıların Kürdistan topraklarında ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları vilayetleri de kapsayacak şekilde bir Ermeni Devleti kurma çalışmaları, Kürt egemenlerini tedirgin etmiş, güven duydukları bir merkezi iktidarda kalmayınca, sorunun çözümüyle karşı karşıya kalmış ve bu durum ulusalcılığın gelişmesine elverişli bir zemin yaratmıştır. Kürdistanın her tarafında ulusalcı örgütler kurulmaya başlanmış.(Diyarbakır da KTC’nin üye sayısı binlerle ulaşıyor.)

Koçgiri isyanı döneminde’ de geçici hükümet faaliyetlerini metropolden Kürdistan’a taşıdığını bildirilerinde yansıtmaktadır.
Bütün bu toplumsal ve siyasal uzaklaşmalar Mondros mütarekesi sonrasındaki konjonktürde Kürtlerin merkezden kopma yönünde önemli adımlar attıklarını göstermektedir.

Kemalist hareket savaş sonrasında usta manevralar ve aldatmacalarla yükselen Kürt milliyetçi akımını engellemiş ve Kürtleri bir ölçüde kendi arkasında toplamayı başarmış. Mondrosla başlayan kopuşma milli mücadele yıllarında önemli ölçüde durdurulmuş ve Kürtlerle Türklerin arasında sözde birliğin yeniden oluşturulduğu yıllar olarak görünür. 1922 sonlarından başlayarak adım adım gelişen ve deşifre olan kürtlere bakış açısı 1924’te doruğa ulaşan kopuş nedenleri bu birliğin yıkıntıları üzerinde Beytüşşebap hareketinin oluşmasını sağlamıştır.

Milli Mücadele Yıllarındaki ‘Kürt /Türk yakınlaşmasının’ Niteliği ve Oluşum Nedenleri

Savaş sonrası Kürdistan coğrafyasında ve Osmanlıda yaşanan boşluk 1920’den sonra Kemalisler tarafından büyük oranda doldurmuş, Kürtler ise tam tersine göreli bir örgütsel canlanış yaşarken, Kemalist hareketin güçlenmesine paralel olarak zayıfladılar ve siyaset sahnesinde giderek görünmez hale geldiler. Örgütsüz durumdaki Kürt halkı usta manevralar sonucunda Kemalist hareketin kuyruğuna takılmıştır.
Kürtlerin o dönemde içinde bulunduğu koşullar görece daha geri konumdadır. Bu koşullar, güçlü bir uluslaşmanın önünde en büyük engeli oluşturuyorlardı. Feodal bölünmüşlük toplumu atomize etmişti. Ulusal bir güç merkezi oluşamıyordu. Keza aşiret kurumu herşeye damgasını vurmuştu ve aşiretler arasındaki bitmez tükenmez savaşları besleyip duruyordu. Kürt aydınları nitelik ve nicelik olarak güçlü bir ulusal hareket yaratabilecek birikimlerden yoksundu.

Kürtler o dönemde modern, merkezi ve güçlü bir ulusal hareket yaratabilecek koşullara sahip değildi. Ulusalcı duyguların görece daha gelişmiş olduğu Güney Kürdistanda bile durum bundan çok farklı değildi.

Böylesi geri koşullarda bir ulusal hareketin doğması, ancak varolan yerel yapıların üstüne çıkmayı başarabilen bir otoritenin varlığı ve kendisini dayatması ile gerçekleşebilir ki,bu, en kolay şekilde dış destekler şeklinde mümkün olabilirdi. Aynı dönemde Araplar açısından söz konusu eksiklik İngilizlerden ve Fransızlardan alınan siyasi, iktisadi, askeri ve ideolojik desteklerle bir ölçüde telafi edilmiş ve ulusal devletler kurulabilmiştir. Kürtler açısından ise o konjoktürde böyle bir dış destek bulunmuyordu. Çünkü bölgeye müdahale edebilme potansiyeline sahip üç devletten İngilizler ve Fransızlar, Kürtlerin yanında değil karşısında konumlanmışlardı. Sovyetlerin ise kendi iç sorunlarının yoğunluğu nedeniyle Kürdistanla uğraşacak hali kalmadığı gibi ayrıca kendi çevresinde tampon devletler kuşağı yaratma stratejisi uyarınca Kemalist iktidarla ve İran yönetimi ile arasını hoş tutmaya çalışıyordu ve destekliyordu. Nitekim her iki devletle de daha 1921’de dostluk antlaşması imzalamıştı.

Bütün bu olumsuz koşullar Kürtlerin güçlü, merkezi ve birleşik bir ulusal hareket olarak ortaya çıkmasını engellediği gibi, halkın Kemalist manevralara açık hale gelmesi için gerekli olan zemini de oluşturmuşlardır.

Kürt ulusalcıları, Kürt halkını örgütleyip ulusal mücadeleye seferber edemeyince, Kemalistler bu boşluğu kendi çıkarlarına kullanmıştır. Kemalistler Abartılı Ermeni tehdidini, Kürt ulusal varlığını tanıma vaatleri ve Halifeliğin birlik faktörü olarak kullanılmasını Kürtlerin önüne koyarak kendi yanlarında olmalarını dayatmışlardır ve başarılı olmuşlardır.

Ermeni Tehdidi (!)

Balkanlarda hızla gerilemeye başlayan Osmanlılar, doğuda da Ermeniler arasında gelişmekte olan ulusalcı bilinç ve oluşumları yok etmek ve Kürtleri merkeze daha bağımlı hale getirmek amacıyla 1890 yılında Abdülhamit döneminde Kürtlerden oluşan Hamidiye alayları, Süvari Mektepleri gibi yapılar oluşturarak ve aynı zamanda o dönemdeki Ruslardan gelecek tehlikeye karşı koymayı düşünüyorlardı.
Ayrıca Hamidiye alaylarına katılanlara imtiyazlar sağlayarak kürtleri birkat daha bölmeyi feodal didişmenin içine itmeyi başarmıştır.
Alayların birleştirilmesi yasak olduğu için, bu silahlı birliklerin, Kürt ulusal merkezileşmesi yönünde rol oynamasının imkanları ta başından kesilmiştir.

Padişah ve Merkezi yönetim yürüttükleri politika gereği olarak Ermenilere karşı bu alayları ve Kürtleri kullanmıştır. Bir kısım Kürtler bütün bu Kışkırtma ve savaşa rağmen Ermenilerle ilişkilerini sürdürmüş sede, Ermeni milliyetçilerinin hataları ve karşılıklı dini çekişmeler, ayrıca Ruslar ve İngilizlerin bölgedeki politikaları Ermeni ve Kürtler arasındaki çatışmayı sürekli canlı tuttu.

Ermeni ve Kürt aydınlarının yakınlaşması ve birbirini anlama çabaları ve girişimleri sahaya pek yansımamıştır. 1914 yılında Bitliste İttihat ve Terakki yönetimine karşı gelişen Kürt isyanında isyanın lideri Molla Selim bölgedeki Ermenilerle yakınlaşma çabalarına girmiş fakat netice alamamıştır.

1. Dünya savaşı döneminde Osmanlı İmparatorluğunda İTC iktidardaydı ve Almanların yanında savaşa katıldı. Rus cephesini sağlama almak gerekçesiyle bölgedeki yerleşik Ermenileri topluca göç ettirerek onlardan kurtulmayı hedefliyordu. Çıkardıkları yasa gereği Ermenilerin mallarına el koyuyor onları kafileler halinde göçe zorluyor, sağuk hava ve zorlu yol koşulları, hastalıklar yetmiyormuş gibi silahlı saldırılarla da katliamlar yapmaktan geri kalmıyorlar.

Bütün bunlar Osmanlı merkezi idaresi ve hükümeti İTC’nin plan ve proğramı dahilinde, resmi askeri ve mülki amirlerin bilgi ve gözetiminde Teşkilatı Mahsusa gibi karanlık güçlerce gerçekleştiriliyordu.

İşte Kemalistlerin milli mücadele yıllarında kullandıkları Ermeni tehdidi bu dönemde yapılanları kapsıyordu.

Osmanlının Rus cephesi daha savaşın başlarında çökünce. Rus orduları Kürdistan’ı Kuzeydoğudan işgale başlamışlardı. Bu durumu fırsat bilen Ermeni direnişçileri, Ruslarında desteği ile Devlet kurma hesapları yaparak sadece Osmanlı askerlerine değil, sivil Kürtlere de saldırmış toplu ölümlere sebep olmuş ve böylece iki halk arasında var olan düşmanlıkların daha da derinleşmesine yol açmıştır. Dış güçlere dayalı gelişme stratejisiyle hareket eden ermeni milliyetciliği Kürt egemen sınıflarının karşı tepkisinin oluşmasına neden olmuş.

Yaşadıkları soy kırımın intikamı için Ruslarla birlikte Batıda Dersim’in Kuzey eteklerine Doğuda ise Van ve Bitlis’e kadar indiler. Bunu fırsat bilen İttihat Terakki yönetimi bölgeyi Kürtlerden arındırma politikası çerçevesinde Kürtleri bölgeden göçe zorluyor. Böylece kırım sırası bölgede yaşayan Kürtlere gelmişti. Yüzbin lerce Kürt kafileler halinde batıya ve güneye kaçmaya başladı. Daha evvel tehcir yollarında Ermenilerin başına gelenler, bu kez Kürtlerin başına geliyordu. Göçte ölen Kürtlerin sayısı 700.000’leri buluyor, Kürt tehciri bir Kürt soykırımıyla neticeleniyor.

O dönemde Kürtlerdeki toplumsal ve kültürel yapının geriliği, ulusal bilincin ve örgütlenmenin yetersizliği ve buna benzer nedenlerden dolayı, Osmanlıyı yöneten İttihat terakkinin sinsi politikaları karşısında, Osmanlıya karşı özgürlük mücadelesini geliştiremediği gibi, Ermeniler başta olmak üzere komşu halklar’ lada iyi ilişkiler geliştirememesi soykırımlar yaşamasına neden olmuştur.

Abdurrezak Bedirhan gibi Kürt şahsiyetlerinin 1914’ten evel Ruslarla işbirliği çabaları içinde olduğunu bilen bir yönetim olarak İTC, Kürtlerin Ruslarla işbirliğini önlemek için Rusların katliyam yapacağını yayarak Kürtleri yollara düşmesini sağlayarak Böylece olası bir Kürt-Rus anlaşmasının önünü başından kestiği gibi, imha etmenin koşullarını’ da yaratmış oldu.

Binbaşı Mustafa Vefa, Koçgirili Alişer gibi Kürt Aydınları Rus ordularının gelişini,Kürtlerin özgürlüğünü teminde bir araca dönüştürmeye çalıştılar. Bu amaçla Ermenilerle ve Ruslarla çeşitli işbirliği çabalarına girdiler. Fakat Kürtlerin örgütsel güçlerinin yetersizliği, Ermenilerin intikamcı tutumları, düşmanlığı gidermek ve Dünya savaşının yarattığı uygun koşulları ulusal bir devletin inşasında kullanmak mümkün olmadı.

Rusyada devrim gerçekleştikten sonra emperyalist paylaşım savaşından çekildi. İşgal ettiği Kürdistan topraklarından çekilmeden önce Bölgede kalaçak Ermeniler ve Kürtler arasındaki ilişkileri düzenliyecek bazı girişimlerde bulunmaya da başlamışlardı. Bu otorite boşluğunun oluştuğu koşullarda Kürtler, örgütlü ve ulusal isteklerinde ısrarlı davranabilselerdi, ulusal haklarını elde edilmesi yolunda önemli mesafe kat edebilirdi. Ancak bunu başaramadılar. Ruslar çekilir çekilmez Türklerle birleşerek Ermenilere saldırdılar.

Bütün cephelerde çöküşü yaşamakta olan Osmanlı orduları açısından Bolşeviklerin çekilme kararı Osmanlıya yaramış, Ermenilere karşı saldırıya geçerek Batum’a kadar bütün bölgeler işgal edilir ve 3 Haziran 1918 tarihinde imzalanan Batum Antlaşmasıyla, eski topraklarını elde etmenin karşılığında 28 Mayıs 1918 de Erivanda ilan edilen Ermeni Devletini tanıdı. Ermenilere karşı yapılan saldırıda Kürtler oluşturulan Aşiret Alaylarıyla kullanılır. Dersim Kürtleri bile harekatın Erzuruma kadar olan bölümüne iştirak etmiştir.

Ne varki Kürtler bu davranışlarıyla Ermenileri kovmuş olmadılar. Kemalist hareketin oluşması için gerekli ortamı hazırlamış ve kendileri için uluslaşmanın yolunu kapatarak katliamların önünü açmışlardır.

Osmanlı ordusunun Batuma varmasından bir süre sonra, 1. Dünya savaşı Osmanlının yenilgisiyle sona ermiş. 31 Ekim 1918 Mondros ateşkesiyle imparatorluk diğer emperyal devletlerce işgal edilmeye başlanmış.

M.Kemal bu konjoktürü iyi değerlendirerek Kürdistandan Ermenilerin geri geleceği korkusunu kullanarak, örgütlenme çalışmalarını yürütmeye başlamış.

Ermenilerin müttefiklerinden güç alarak kurdukları devletin sınırlarını genişletmek arzusunda olmaları ve bu doğrultuda Kuzeyden Sarıkamış yöresine saldırılar düzenlemeleri, Kemalistler için bulunmaz Ermeni tehditi propoğandasına malzeme oluşturuyordu.

Kürdistan coğrafyasının güneyinin İngiliz ve Fransızlarca işgali, KTC gibi cemiyetlerin kurulması, Ulusal bilincin yayılması doğrultusunda yayınların çıkartılması ve Kürt sorununun Wilson Prensipleri çerçevesinde çözülmesi yönünde çalışmalar yapılmakta idi. Kürt halkının bu tür girişimlerden ve desteğinin önlenmesi gerekiyordu. Ermeni işgalinin tekrar başlayacağı, Kürtlerin kırıma uğrayacağı, İngilizlerin Kürtlerin coğrafyasında Ermeni Devleti kuracaklarını, bundan dolayı Kürtlerin Kemalistlerle birleşerek bu felakete direnmeleri gerektiği propagandası yapıldı.

Kazım Karabekir ve Kemalist paşaların bu oyunları ve yalanları tutmuş,Ermenilerin geride kalan toprak ve mallarına el koyan işbirlikçi Kürt egemenleri, dinsel ideolojinin etkisindeki cahil halk ermenilerin yeniden döneceği korkusuyla Kemalistlerin yanında yer aldı.
O zamana kadar Kürt ulusal hakları uğruna çeşitli faaliyetlerde bulunmuş Kürt aydınlarının bir kısmı da bu oyuna düşmüş ve Türklerin Anti -Ermeni kampanyalarına destek sunmuş , Cıbranlı Halit , İhsan Nuri, Şeyh Şerif, Şeyh Abdullah bunlardandır.

1915 soykırımında büyük kayıplar veren Ermeniler o dönemde bölünmüş bir kısmı Sovyetleri, bolşevikleri desteklemekte , diğer kısmı İngilizlerle işbirliği içindeydi . Güçlü ve birlikte deyillerdi, iç işlerinde ve dış devletlerle sorunlar yaşıyorlardı, gürcülerle torprak problemleri yaşıyor , Kızıl ordunun güçlenmesi ve bölgeye hakim olması, İngilizlerin Ermenilere desteği yerini, Kemalistlere destek vermeye yöneltmişti. Ermenilerin Kuzey Kürdistana saldırma dayanağı yoktu. Kürdistan yönünde sınır genişletmeye yönelik hiç bir ciddi eylemleri olmadı.
Kürtleri kırıma uğratacak güçlerinin olmamasına rağmen Kemalistler sınır ihlallerini abartarak Kürtleri arkalarına almayı başarmış. Kürtler Dünyada ve Kafkaslarda gerçekte neler olup bittiğini bilmedikleri gibi bilenlerinde süreci etkileyecek güçlerinin olmaması, dahası Kemalist hareketin kuyruğuna takılmaları, Kürtler için büyük bir hüsran yaratmıştır.

Kürt Ulusal Varlığını Tanıma Vaatleri

Kemalist hareket oluşmadan önce, Mondros mütarekesi sonrasında da İmparatorluk yöneticileri kurulacak olası bir Ermeni Devletinin sınırlarını mümkün olduğu kadar daraltmak için Kürtlere el atmayı kendileri için yararlı görmüşler. Kürtlerin İmparatorluğa sadık olması nedeniyle biraz öne çıkarmanın çok şey kaybettirmeyeceği gibi Kuzey Kürdistan bölgesinde bazı avantajlar sağlanabileceği , uluslar arası alanda’da ellerini rahatlatacağı düşünülmüş. Hürriyet ve İtİlaf, KTC den Seyit Abdülkadir, Mehmet Ali Bedirhan, Molla Saidle Kürdistana özerklik veren bir anlaşma imzalarlar.

Kemalistlerde milli mücadele yılları boyunca, Kürtlere ulusal taleplerini tanıyacakları vaadinde bulunmuşlar. Kemalist hareket örgütlenmesine Kürdistandan başlamış ve ulusalcılığın etkisindeki Kürtlerin kazanılması önemliydi. Bunun içinde demagoji, taktik ve manevralara gerek duyuluyordu.

Sürekli olarak Kürt Türk Kardeşliği ve aynı dinin mensupları olması temaları işlenmiş, Kürtlerin dış kışkırtmalara kapılmamaları telkin edilmiş. Erzurum , Sivas kongrelerinde bu girişimler öne çıkarılmış ve M.Kemal birtakım Kürt ileri gelenlerini yanına çekmeyi başarmış.
20-22 Ekim 1919 de İstanbul hükümeti ile Anadolu hareketinin temsilcileri bir araya gelerek Amasya protokolünü hazırlar, bu protokolün 1.md de Osmanlı Devletinin sınırlarının Kürtlerle Türklerin oturduğu araziyi kapsadığını ve Kürtlerin Etnik ve sosyal haklarının destekleneceği belirtilir. Kürtlerle ilgili konsensüsün Kemalist hareketi de aşan daha geniş çerçevede gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Kemalist hareketin Kürt ulusal varlığını haklarını kabulü konusundaki manevra ile ilgili önemli bir belge, Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin ‘in TBMM başkanı M.Kemale gönderdiği mektupta TBMM benimsenen dış politika ilkelerinin 4. md ne atıfta bulunarak. Türkiye Ermenistan’ın, Kürdistan’ın, Lazistan’ın, Batum bölgesinin , Doğu Trakya’nın ve Bütün Türk-Arap halklarının karma olarak yaşadıkları devlet topraklarına, kendi kaderini kendi eliyle tayin etme hakkını tanınması ilkesini memnuniyetle karşıladıklarını belirtir. M.Kemalin ona verdiği cevapta Kürdistanın kendi kaderini tayin hakkı konusunda itirazda bulunmamış bu ilkelerin uygulanmasına engel olan Batı devletlerine karşı mücadele ettiklerini, elverişli şartlar oluştukça uygulayacaklarını belirtir.

Oysa TBMM 3 Temmuz1920 gizli celsesinde ise sadece Ermenilerin bağımsızlığının tanınacağı, Kürtlerin , Laz ve Çerkezlerin bütün müslüman milliyetlerin birlikte olması gerektiği belirtilmiştir.
M.Kemalin bu konudaki manevrasını yansıtan önemli bir belgede Elcezire komutanlığına (Nihat Paşa) 27 Haziran1920 de gönderdiği talimattır. Bu talimatta Kürtlere meskun mıntıkalarda , hem iç siyaset, hem de dış siyaset bakımından tedricen mahalli bir idarenin kurulmasını gerekli olduğu belirtilir.

M.Kemalin Kürt Ulusal varlığını kabul eder görünme taktiğini, Kürt isyanlarını bastırmada nasıl kullandığı Koçgiride görülecektir.
Kürdistana gönderilen dini lider Şeyh Ahmet Senusi, Şefik vs gibi M.Kemale bağlı tam yetkiyle donatılmış heyetlerin otonom bir Kürt devleti kurulacağı önerileri oyalama taktikleri olarak kullanılmış ve Kürtler bu taktik ve manevralarla sürekli aldatılmıştır. Gerek Sovyet belgeleri, İngiliz ve Fransız arşivler, TBMM de yapılan gizli celse tutanakları, Kürt yurtseverlerinin ve dönemin Türk paşa ve yetkililerinin anıları incelendiğinde Kemalistlerin o günün konjonktürüne uygun olarak dışarıya iyi görünmek veya isyanları bastırmak amacıyla Kürtlerin ulusal varlığını ve haklarını tanıma vaatlerine dayalı çeşitli aldatmaca içinde olduklarını görmekteyiz. asıl amaçları ise Kürt ulusal muhalefetini gelişmesini engellemek, ortadan kaldırmak ve Kürtleri Kemalist hareketin destekleyicisi durumuna getirmek olmuştur.

Beytüşşebap isyanı bakımından çok önemli isimler olan Cıbranlı Halit, Yusuf Ziya, İhsan Nuri, Ali Rıza Tevfik, Rasim, Hurşit Bey gibi şahsiyetler bu tür manevralara inanarak M.Kemale destek veren Kürt milliyetçilerinin önde gelen isimleridir. Kemalist Manevralar Kürt ulusal muhalefetini bölebilecek kadar etkili olmuştur.

Halifeliğin Birliktelik Rolü

Osmanlı Döneminde başvurulan Pan İslamizim siyaseti, Kemalist dönemde Hilafet ve din birliği propagandası şeklinde sürdürülmüş. Kemalist hareket İstanbul’daki idare ve hükümet karşısında alternatif bir konum kazanınca Istanbuldaki en önemli dayanağı olan Halifeliye karşı tavır almak zorunda kalmış, oysa taktik farklıydı M.Kemal Halifeyi savunarak birliktelik oluşturmaya çalışıyordu. Tüm Kürt ileri gelenlere yazdığı mektuplarda ve Erzurum kongresinde yaptığı açılış konuşmasındaki cümlelerinde ”Tanrı …. Saltanat katını ve Yüce Halifeliği korusun” bunu görmek mümkün. ayrıca gavurun elinde tutsak olan Halifenin kurtarılması teması sürekli işlenmiştir. Halifeliği sürekli yüceltme taktiği Halifeliğin Türklerle Kürtleri birleştiren etkili bir figür olması, Kürtleri kendi arkasına almak için sürekli kullanılmış ve etkili olmuştur.
1918deki Mondros Mütarekesini takip eden dönemde Kürtler yüzlerini Osmanlıdan kopuşa ve bağımsızlığa doğru yönelmişse de; abartılmış Ermeni tehlikesi, Kemalistlerin özgürlük vaatleri ve hilafete bağlılık propagandası Bağımsızlık yolundan sapmalarına ve Kemalistlerin arkasına takılmalarına neden olmuş. 1924 kopuşu bu değişimin ürünü olarak doğmuştur.

Kürdistan’daki Siyasal Durum

Mütareke döneminde iki politik tavrın olduğu görülmekte 1.si Kürtleri ayrı bir ulus olarak kabul etmeme, kabul etsede ulusal haklarla ilgili talepte bulunmama veya merkezi hükümetle işbirliği yaparak, bu haklar için mücadele eden ulusalcı güçlere karşı mücadele tavrı. 2. si Kürt ulusal varlığını kabul etme ve ulusal haklar uğruna mücadele etme tavrı.

Birinci tavrın sahibi olan kesim o dönemin Kürdistandaki en geniş politik gücü oluşturuyorlardı. Ulusal bilinçten yoksun aşiret reisleri, ağalar, beyler,şehir eşrafı, yerel bürokrasi, Osmanlıya sadık şeyhler ve seyitler. Kürdistandaki egemen sınıfların büyük bölümü bu tavrın destekçisiydi. zaman zaman İngilizlerin veya diğer yabancı güçlerin bölgedeki faaliyetlerine uygun olarak çeşitli dalgalanmalar geçirmiş olsalarda , esas olarak Halifeye ve Osmanlıya sadık kalmışlardır.

İkinçi tavır ise Kürdistanın bağımsızlığı ve otonomisi uğruna mücadele eden çevreler tarafından savunuluyordu. Bunlar KTC veya Teşkilatı İştimaiye gibi örgütler kurmuş, bu örgütler aracılığıyla mücadele etmeye çalışmışlardır. Bu kesimin başta gücü yoktu. Ancak İmparatorluğun işgale uğraması ve merkezi devlet yönetiminin büyük ölçüde çökmesi, bu durumu değiştirdi. Bu kesim daha çok Istanbulda yaşayan Kürtler arasında yaygındı. zamanla Kürdistandada gelişmeye başladılar, fakat fazla yaygınlaşamadıkları gibi kalıcı bir özellikte gösteremediler. Koçgiri gibi istisnalar haricinde, 1919 yılının ikinçi yarısında gerilemeye başladılar. Özgüçlerine güvenlerinin zayıf olması, uzlaşmacı olmaları, kurtuluşun yabancılardan geleceği beklentisi içindeydiler.

Seyit Abdulkadirin başını çektiği ve Osmanlı bürokrasisiyle iç içe olan kesim özerklikten yana tavır koyarken.
Başını Bedirhanların çektiği ve KTC içindeki aydınlarında desteğini alan kesim Bağımsızlıktan yana tavır sergiledi ve Teşkilatı iştimaiye adında bir örgüt kurdular. iki gurupta kendini hissettiren Kürt politik güçleri , Bu güçler Kürdistanda yerleşip ulusal muhalefeti yeterince örgütleyememesi, Kemalist hareketin çıkması ve bu boşluğu doldurmasıyla, hem Kürt ulusal haklarını savunan, hemde kemalistleri destekleyen üçünçü bir yaklaşımın daha oluşmasına neden oldular.

Mili mücadele yıllarına girdiğimizde Kürt politik güçlerini üç grupta görmek mümkündü.

Kürdistanın Bağımsızlığını savunanlar KTC içinde özerklik düşüncesinde olan Kürt yurtseverleriyle birlikte hareket etmiş ancak zamanla bunlardan ayrılmıştır. Bu ayrışmanın ürünü olarak 1920 ortasında Teşkilatı İştimaiye Cemiyetini kurmuşlar. Örgütle bağı olmayan fakat bağımsızlıktan yana olan kişileride bu grupta görmek mümkündür. Bedirhaniler, Dersimli Alişer, M.Nuri Dersimi, Cemilpaşazade Ekrem, Zinar Silopi, Kemal Fevzi, Menduh Selim Bey, Fuat Baban, Necmettin Hüseyin. Koçgirili Alişan v.s Dönemin Kürt siyasi güçleri içinde önlerine koydukları hedef bakımından en ileri kesimini oluşturmuşlardır.

İkinci grup Kemalist hareketle birlikte davranmakla beraber, Kürt ulusal haklarının savunuculuğundanda vazgeçmeyen Kürt güçlerinden oluşuyordu.

Bunlardan bir kısmı KTC üye dirler ve faaliyetlerine katıldıkları bilinmektedir. İhsan Nuri, Cibranli Halit, Yusuf Ziya v.s daha yereldir fiilen bölgededirler ve Rus işgalini bu işgalin oluşturduğu göcü göç yollarındaki Kürt kırımının canlı şahitleridir. Bu da onları Kemalistlerin ermenilerle ilgili abartılı propagandalarından görece daha fazla etkilendiklerini, Cibranlı Halit, Şeyh Şerif, Şeyh Abdullah gibi şahsiyetler bizzat kemalistlerin antı ermeni kampanyaları doğrultusunda hareket etmişlerdir.

M.Kemalin kurduğu TBMM de yer almış 72 kürt millet vekilinin bir bölümü Kürt hakları uğruna mücadele ettiği biliniyor. Mecliste bağımsız bir grup oluşturamamış, Doğu illeri partisi adıyla anılmış, bazen mecliste şeriatcı grubun bir parçası gibi görülmüşler.

Bu grup Kürt ulusalcı güçlerinin en büyük kesimini oluşturmuş, birinci gruptaki Kürt aydınlarının sahada olamayışları, yurt dışına çıkmaları v.s nedenlerle sürekli bir erezyon yaşamalarına neden olmuş ve bu dağılma Kürdistandaki yurtseverleri Kemalist hareketle işbirliğine yöneltmiş.

üçünçü bir Kürt grubu ise Kemalistlerle birlikte hareket eden, fakat Kürt ulusu adına hiçbir talep ve eylem içinde olmayan, ağırlıkla islamcı karekter taşıyan, işbirlikçi Kürtlerden oluşuyordu. Kalabalık bir sayıyla TBMM de yer almış Kürtlerin büyük bir kısmının Kemalistlerin yanında yer aldığı görülmektedir.

Kemalistlerin 02 Aralık 1920 de Ermenilerle Gümrü antlaşmasını imzalamaları, Bolşeviklerin Ermenistanda denetimi ele geçirmeleri 05 Aralık 1920 Türkiye , Kürdistan ve Kafkasyadaki bütün güç ilişkilerini altüs etti.

Kemalistler Anadoluda tek etkili siyasi ve askeri güç odağı haline gelince, Türkiye üzerinde hesabı olan tüm yabancı güçler, çatışma yerine işbirliğine gitme eğilimine girdiler. Kafkas Cumhuriyetlerinin Sovyetleşmesi Emperyalist devletlerin, Bolşevikleri sınırlama politikasını yeniden gözden geçirmelerini gerektirdi. Dolayısıyla İngilizlerin Türkiye ile ilgili politikaları değişti. Ocak 1921 toplanan Londra Konferansı bu değişimlerin uluslararası alamdaki dışa vurumuydu.

Kemalistlerin Kürtlere karşı kullandıkları Ermeni tehdidi propogandası etkisini kaybetmiş , Kürtleri Kemalistlerin kucağına iten bir faktör devreden çıkmış oluyordu. Aynı zamanda İngilizlerin elindeki Kürt kartıda önemini yitirmişti. İngilizler Kemalistleri desteklemeye başlayınca, Kürtlerin İngiliz desteği alma ihtimali kalmadı. Böylece Kemalistler Kürtlere karşı gerçek politikalarını uygulamada daha özgür hale geldiler.Dış desteğin olmaması Kemalistlere Karşı güçlü ve merkezi bir hareket yaratma imkanını daraltmıştır. Kemalistlerin Kürt ulusal varlığı ve haklarıyla ilgili vaatlerine Kanan Kürtler, Kemalistlerin Cizre- Nusaybin’deki Ali Batı isyanı, 1920 deki Garzan yöresindeki Cemile Çeto ısyanı, 1920 de Viranşehir yöresindeki Milli Aşireti ayaklanmalarına, en Önemlisi Koçgiri İsyanının Kanlı bir şekilde bastırılması, bunların dışında Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması ile Kürdistanın bir kısmının Fransızlara bırakılması. Mecliste ulusal nitelikte olmasa da, Kürt milletvekillerinin cılız bir tepkisi olmuş, Lozan Konferansının birinci bölümündede Heyete karşı mecliste Yusuf Ziyanın Kürdistanın bölünmesine tepkisi, Kürtlerin gelişmelerden hoşnutsuzluğunun belirtileridir.

Bunun yanısıra Musulun İngilizlere terk edilmeside, Kemalistlere destek veren Kürtlerde kızgınlık ve hayalkırıklığı yaratacaktır. 1922’nin ikinçi yarısında Kemalistler Anadoludaki zaferi garantilemiş durumdaydılar. Emperyalist sistem nezdinde konumları görece daha sağlamlaşmıştı. Elde ettikleri mevzileri uluslararası siyaset sahnesinde de onaylatacakları bir konuma gelmişlerdi. Lozan bunun somut ifadesidir. Kemalist iktidarın Kürt güçlerine artık ihtiyacı yoktu, Güney Kürdistan da Mahmut Berzenci’ nin 1918 de Süleymaniye bölgesinde bağımsızlığını ilan etmiş olması, İngiliz -Arap yönetimiyle çatışmaya başlaması,bu direnişin Kuzey kürdistanı etkleyeçeği düşüncesi ve korkusu, Petrol bakımında zengin olan Musulun ingilizlere terki etmelerine neden olmuş.

Kemalistlerin Kürt ulusal varlığını ve haklarını tanıma konusunda verdiği sözlere ilişkin umutlar kırılmıştır. Suriye sınırının çekilmesi ile kopartılan parça küçüktü, oysa Irak sınırına çekilen hatla büyük bir parça ve yoğun bir Kürt nufusu bölünmüştü. Kerkükteki zengin petrol yatakları Kürt egemenleri açısındanda bir değer kaynağıydı. Musulun terk edilmesi zenginlik kaynaklarınında kaybolması demekti. Kürt ulusal hareketinin en güçlü olduğu kısıma sınır konularak kuzey le bağlantısının kesilmesi Kuzeyli yurtseverlere vurulmuş bir darbeydi.

1919-1922 yaşanan pratik, hiç de umdukları gibi gelişmemiş, Kemalistler güçlendikçe Kürtleri tüm haklarını yoksaymış vaatlerinin boş olduğu açığa çıkmıştı. Kemalistlerin bundan sonra atacakları her adım kaçınılmaz olarak Kürt ulusal varlığının aleyhine sonuçlar doğuracaktı. Somut bir ayrışma kendini dayatmıştı, ya kadere boyun eğilecek yada direnilecekti.

1923 başlarından itibaren Kürtler böyle somut bir ikilemle karşı karşıya kaldılar. Kimileri Kemalistlere entegre olmayı seçerken, diğerleri Kürt ulusal varlığı ve hakları uğruna mücadeleyi tercih ettiler. Azadi hareketinin bu sürecin ürünü olduğunu söyleyebiliriz.

Azadi örgütü 1921 de veya 1922 de kurulmuş olsa bile , örgüt niteliği kazanması 1923 ten sonra gerçekleşmiştir. 1923 yılında yaşanan en önemli anti Kürt tasarruf, Cumhuriyetin mevcut bicimde kurulması ile oldu. Amasya protokolünde yani Kemalistler yolun başındayken ”Türklerin ve Kürtlerin oturduğu arazi” diye tanımlanan vatan 1923 Ekiminde yanlızca Türklere ait bir Cumhuriyet olarak tescil edildi. 1924 Anayasasında da Türkçe tek resmi dil olarak ilan edildi. 1924 deki dini reformlar da Kopuşun gerekçelerini güçlendirmişti. Halifelik Kaldırılıyor, Milli Eğitim Bakanlığı Kuruluyor, Medreseler kapatılıyor, Şerri mahkemeler kaldırıyor. Kürtleri yakından ilgilendiren bu konularla Kürt hakim sınıflarına darbe vuruluyor.

Azadi hareketinin oluşturduğu ulusal harekete, dini ögelerde katılmış ve kendi taleplerini bir ölçüde harekete taşımış olmaları, Kemalistlerce içte ve dış dünyaya hareketin irticai bir hareket olduğunu sunulmaya çalışılmış.

Milli mücadele yıllarında Kürdistan’daki dinçi kesimler Kemalistlerin arkasında yer almışlardı. Ne zamanki Kemalistler Kürdistan’daki özerk yapılara son vermeye başladılar, Kürdistan’daki dinsel kesimlerde ancak o zaman Kemalistlerde koptu ve çoğunluğu Kürt ulusalcılarına yaklaşmaya başladı. Azadi örgütüne şeyhlerin destek vermesi bu gelişmenin ifadesidir ve örgütü hızla kitleselleştirmiş ve ulusal hareketi beslemiştir. Özetlersek Milli mücadele yıllarında Kürtlerin Kemalist hareketin arkasında toplanmalarına yol açan etkenler süreç içinde ortadan kalkmış ve bu kez Kürtlerin Kemalistlerden uzaklaşmalarını teşvik eden bir etkene dönüşmüştür.

Kürt ulusal hareketi 1923 baharından itibaren örgütsel formasyona kavuşmuş ve 1924 teki dinsel reformların yarattığı elverişli koşullardan yararlanarak Şeyhleri ve diğer dinsel kesimleri de arkasına alarak güçlü bir kitleselliğe ulaşmıştır. 1924’te, devletin etkinlik alanı daralmış, her tarafta ihtilalci faaliyetler yürütülmekteydi.

Paylaş
Yorum yazın*

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir