Kürdistan’ın kuzeyinde Bahçeli’nin çağrısıyla başlayıp Öcalan’dan gelen çağrıyla devam eden ardından PKK’nin 12. Kongresi’ni toplayıp kendini fesih ettiği ve silahları bıraktığını duyurduğu oldukça hızlı bir süreç yaşandı. Bu süreç neyin ihtiyacı olarak ortaya çıktı, taraflar ne gibi beklentiler taşıyor, nereye evirilecek gibi tartışmalar bu yazının konusu değildir. Bu tarz değerlendirmeleri bolca yapan çevreler bulunmaktadır, bu yazıda ister ‘barış görüşmeleri’ olsun ister olmasın, ister nihayete erdirilsin isterse erdirilmesin tüm bunlardan bağımsız nesnel bir gerçeği etraflıca ortaya koymaya güncel gelişmelere de bu nesnel gerçeklik ışığında yaklaşmaya çağıracağım. Politikada güncel gelişmeler üstelik hızlı bir şekilde yol alıyorsa ister istemez baş döndürücü, yanıltıcı sonuçlara götürmeye müsaittir. Fakat politikayı alışılagelmişin dışında kavrayan, meseleleri o anki süreçlerle açıklamak yerine daha geniş bir tarihsel arka planı kendine referans edinenler için sonuçları kestirmek, ortaya çıkan seçenekleri berrak bir şekilde izah etmek kolaylaşır. YEKSER’i var eden bu meselenin güncel boyutu değil 200 yıla dayanan tarihsel arka planıdır, bu arka planının kökten değişmediği koşullarda bu tarz platformlara ihtiyaç duyulacağının bariz olmasıdır, güncel politikaya müdahale edecek bir öznemiz olmasa dahi değişenlerin değişmeyecek olan genel tablo içindeki seyrini kavrıyor olmamızdır.
Kürdistan meselesi kısmi veya en radikal reformlarla giderilebilir, Kürdistan’ı ilhak edenler ile ilhak edilenlerin aynı anda kazanabileceği, herhangi bir kaotik süreç yaşanmadan, Lozan’dan başlayan statüko olduğu gibi kalarak çözülebilir bir mesele değildir. Dileyen bu temel gerçekliğin üzerinden atlayarak politik programını inşa edebilir, devletle bir dizi süreçler yürütebilir fakat günün sonunda hüsrana uğramaya mahkumdur. Bu yalnızca Kürdistan’ın Kuzeyi için geçerli bir tespit değildir; aynı zamanda görüşme masasında katledilen Dr. Qasimlo’nun Rojhilat’ı için de, bağımsızlığı müzakere edilebilir bir şey zanneden PDK-YNK’nin Başûr’u için de, cihadist HTŞ ile bir arada sürdürülebilir bir Suriye hayali kuran PYD için de geçerlidir. Bu parçalar tek tek birbirinden yalıtık gibi görünse de özünde bir bütün olarak hepsi aynı sorunun farklı aktüel boyutunu, farklı koşullarını yaşamaktadır. Rejimlerin değişmesi, şeriata veya demokrasiye dayanan rejimlerin kurulması, üniter bir Türk Devleti veya Federal bir Irak’ın varlığı biçimseldir, ayrıntıdır. Değişen rejimler, öncülük eden partiler olsa da Kürdistan yekpare bir ülke ve sorunu da bir ve aynı olduğu için tüm meseleler aynı nesnellik üzerinde cereyan etmekte hem rejimler hem de öncülük eden partiler aynı krizlerle boğuşmaktadır. Bu kriz Kürdistan’ın birleşememe ve devlet olamamasının yarattığı krizdir. Bir yandan buna engel olmak isteyen işgalcilerin yönetememe krizi, diğer yandan bağımsızlık gibi bir ufku olmasa dahi reformist temellerini bile hayata geçirmekte zorlananların diğer yandan dünyayı yorumlamakla sınırlı kalanların çözümün nereden geçtiğini bile fakat özne yaratamayanların krizidir.
Kürdistan’a dair nesnel gerçekliği açıklama gayesini taşıdığım tezlerimi şu şekilde kısa ve öz bir şekilde ifade etmek istiyorum:
1. Kürdistan’ın dört parçasında kendi politik programları ve referanslarıyla mücadele eden partiler Kürdistan meselesini çözebilecek devrimci bir kalkış noktasına, stratejiye sahip değildir. Bu onları bu mesele üzerinde her daim krize sokacaktır. Her parti kendi parçasından, kendi ihtiyaçlarından, kendi kurduğu ittifaklardan hareketle Kürdistan’a bakmakta bu da sonuç itibariyle ilhakı aşan bir politika değil ilhakı döne döne üreten politikalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
2. İlhakçı\işgalci devletlerin Kürdistan’dan çıkarılmasına dayanmayan hiçbir ‘barış anlaşması’ gerçek anlamda bir barış sağlamayacaktır. Kürdistan’da barış ilhak ve işgalin sonlandırılmasıyla mümkündür. Bunu içermeyen bir süreç Kürdistan halkını oyalamaya, kısmi haklara ve kırıntılara razı etmeye en nihayetinde yalnızca ilhakçı devletlerin hanesine yazılacak süreçler anlamına gelecektir.
3. Kürdistan bir ülke olduğu için toprak, o toprak üzerinde hakimiyet tartışması olduğu için bir iktidar, mevcut iktidarın yıkılması yerine yeni bir iktidarın geçirilmesi için devrim, bu devrime öncülük edecek bir devrimci parti meselesi şeklinde birbirini tamamlayan kritik meseleler olarak bu ülke özgür olana kadar tarihinde eksik olmayacak tartışmalar bütünüdür.
4. Herhangi bir partinin ilhakçı-işgalci rejimle anlaşması, bir dizi yasal çerçeveyi kabul etmesi bu sorunun çözüldüğü anlamına gelmeyecektir. Sorunu çözmekle, sorunu bastırmak ister reformist yollarla ister doğrudan tasfiyeci yollarla hiç fark etmez yeniden politik krizler üretecektir. PDK-YNK’nin federalizme rıza göstermesi, PKK’nin Türk Devleti’yle anlaşması, HTŞ’nin PYD’yle anlaşması tarihin köklü sorunu olan Kürdistan devletinin kurulması meselesiyle ilgili olmadığı için bu sorun hep önümüzde kalacaktır. Tek farkla, Güney’in federe, Rojava’nın federe olduğu bir boyutla olacaktır. Tali olan ile esas olan ayrımını yapabilenler; krizinde esas olandan geldiğini buna hazırlanmak, iddia sahibi olmak gerektiğini pekala görebilecektir.
5. Kürdistan sorunun çözümü ve yolu bellidir, o yolda yürüyebilecek özneler ortada görünmemektedir. Kürdistan sorununun hem rejime hem de verili politik tabloda öncülük eden partilere yarattığı krizin yanı sıra bir de bağımsızlıkçı çizginin kendini açığa çıkaramama krizi vardır. Bağımsızlıkçı çizgiyi sahaya, kitlelere taşıyacak politik öncü krizi çözümlenemediği koşullarda hem Kürdistan sorunu devam edecek hem bu soruna dayanıp ortaya çıkamayan bizlerin açmazı ve birçoğunun tekil veya bir parti adı altında yaptığı gibi başkaca hareketlere düşmanlığa varan yalpamalar sürecektir. Böylece ilhakçılar statükosunu korumaya, parçacı partiler küçük iktidarlarına razı gelmeye, gerçek bağımsızlıkçılar ile muhalefet konforuna yaslananlar arasındaki fark görünmez olmaya devam edecektir.
Bir dizi tarihsel ilerleme (Güney ve Batı Kürdistan özelinde) Kürdistan halkını memnun etmektedir, ki Kürdistan’ın bağımsız ve birleşik bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmasını savunanlar olarak ilhakçı devletleri aşındıran her hamle, her gelişme bizleri de memnun etmektedir. Fakat mesele memnuniyet veya memnuniyetsiz olma meselesi değil aksine tarihsel bir sorunun sürünceme de bırakılması ile nihayete erdirilmesi arasında kesin bir tutum, bir strateji oluşturma meselesidir. ‘’Gücümüz oranında siyaset yapalım, sahanın gerçekliği böyle’’ şeklinde açıklamalarla kendi parçacı, Kürdistan’a çarpık bakan pozisyonunu meşrulaştırmak isteyenler bu kesinliği, Kürdistan’ın tamamında iktidar olma iddiasını taşımayacaklardır. Mevcut yapılardan ne bir beklenti içindeyiz, ne de kendi görevlerimizi onlara yüklemeye varan yerine getirmediklerinde ise yakınmacı bir aklın ürünü olarak ‘ihanet ettiler’ gibi pespaye bir konumun izinde değiliz. Kürdistan’da her politik hareket en nihayetinde kendi programından hareket ediyor, bazen o programını delip deşik ediyor, bazen revize edip başka bir şeyle karşımıza çıkıyor. Bunlar gayet olağan, normal şeylerdir; anormal olan ise konuya dair en tarihsel en köklü tespitleri yapabilen sorunun bilimsel tahliliyle beraber çözümünün de nerede olduğunu elinde tutanların bir politik çizgi olarak ortaya çıkamamış olmasıdır. YEKSER, bunu arzulayan, bu amaca hizmet etmek isteyenlerin görüşlerini tartışmaya açması gereken bir platformdur. O halde bugünün görevi gücümüze göre siyaset konuşmak değil dar olanaklarımızdan biri olan YEKSER’i daha geniş olanaklara geçebilmek için verimli kullanmaktır.